17 Aralık 2009 Perşembe

Küçük Bir Öykü Bu


Bunca yıl sonra bile hala içindeki şarkıların sözlerini birebir anımsadığım, içime, yüreğime, beynime, her hücreme yer etmiş bir albüm var. 22/02/1990 yılında Ada Müzik'ten çıkan Zuhal Olcay’ın, "Küçük Bir Öykü Bu" adlı albümü...

Henüz aklımın beş karış değil on karış havada olduğu, sürekli parmaklarımın ucunda, başka iklimlerde gezdiğim, havai 14 yaşımdaydım o vakit ama albümdeki bütün şarkı sözlerini anlayıp sindirecek kadar da olgundum. "Akıllı ol!" derdi annem hep ama ben zaten akıllıydım. =) Sadece farklıydım... (Endişe uyandıran bir farklılığım vardı.) Yaşıtlarımın çoğu Ümit Besen, Cengiz Kurtoğlu gibi fantezi müziklere takılırken ben gidip Zuhal Olcay’ın ilk albümünü almıştım ve sürekli onu dinliyordum.

İçindeki şarkılar öylesine derin işlemiş ki içime, hepsinin sözlerini o yıllarda tuttuğum günlüğümün içine tek tek yazmışım. Radyoculuğa başladığım ileriki yıllarda kendi hazırlayıp sunduğum gece programımın adını bile, “Küçük Bir Öykü Bu” koymuşum.

Bir adam düşünün; bir kadının bir erkeğe olan duygularını, aşkını bu kadar iyi tahlil edip bir de sözlere dökebilmiş olsun. Sonra başka bir adam düşünün; o yürek ağrıtan sözlere müthiş melodiler koysun. Ve sonunda bir kadın düşünün ki; artık şarkı olan bu öyküyü bizlere müthiş bir sesle okusun…

Mehmet Teoman, Vedat Sakman ve Zuhal Olcay’dan çıkma, bir aşkın başlangıcını, gelişimini, çözülümünü ve sonunda da bitişini anlatan bir albümdür bu; “Küçük Bir Öykü Bu” diyerek…

Kasetin A yüzünde -kaset diyorum çünkü o zamanlar cd yok- kadın kahramanımız yalnız ve bir o kadar da çekingendir. Şarkıdan anladığımız üzere platonik duygular beslediği erkek kahramanımıza yakın bir evde oturmakta, uzaktan uzağa ona hayran olmakta ve onu delice kıskanmaktadır. Adam, kadın kahramanımızın gizlice gözetlediği evinde bazen kitap okumakta, bazen teras katında Mozart, Vivaldi dinlemekte, bazen de yaz aylarında birbirinden şık insanlara yine terasında partiler vermektedir. İşte Küçük Bir Öykü’nün başlangıcı:

SİZİ GÖZLERDİM HEP
Gözbebeğimde yansırdınız ...
Sokak lambasının altından bir ilah gibi geçtiğinizde,
Karşı karşıya gelmemek için kaldırım değiştirirdim,
Ödüm patlardı yürek atışlarımı duyacaksınız diye ...
Yatağıma uzanıp sorardım korkarak kendime ;
"Bir gün, bir gün, bir gün dokunabilecek miyim "diye size…
Kıskanırdım sizi, sizi çevreleyen her şeyi,
Sizinle konuşan herkesi,
Hatta ne olduğunu bilemediklerimi...
Sizin haberiniz yoktu; teras katınızdan yayılan o ölümsüz
Mozart, Vivaldi ve Monteverdi’nin müziği ile tanıştım sayenizde...
Sizi gözlerdim hep,
Bana dokunduğunuzu duyumsardım,
Tek tek o kitaplarınızı okşar gibi yerleştirdiğinizde...
İçim burkulurdu yaz akşamları terasınızı renklendiren,
Şık, zarif görünümlü insanlara partiler verdiğinizde...
Yatağıma uzanıp sorardım korkarak kendime;
"Bir gün, bir gün, bir gün dokunabilecek miyim?"diye size...
Kıskanırdım sizi, sizi çevreleyen herşeyi,
Sizinle konuşan herkesi,
Hatta ne olduğunu bilemediklerimi...

ZUHAL OLCAY_Sizi G...

Aşk; bazen yürek sancısı, bazen iç sızısı, bazen göz ağrısı...Bazen o bilmeden gözlemek birini...Hem de her hareketini; elini saçına götürüşünü, arkasına yaslanmasını, saatine bakmasını,vs... Bazen o; kitaplarını okşar gibi yerleştirirken, delice arzulamak o kitaplardan biri olmayı... Aşk; bazen umut dolu, bazen mutlu, bazen acı ama platonikse herşeyden çok iç burkan bir şarkı, kırık dökük bir öykü...

Aradan altı ay geçer ve kadın kahramanımız platonik aşkıyla nedense hep zorla götürülen bir doğumgünü partisinde karşılaşır. Karşılaşmakla kalmaz hatta tanışır. Çekingen, mahçup kadın kahramanımız; kalabalığı yararak bir kurban gibi adama yaklaşır, niyeti sadece ona daha yakın durmaktır belki... Zaten daha ötesine cesaret edecek gücü de yoktur. Fakat adam hızlıdır, kadın kahramanımızı fark eder ve hemen içki ve sigara ikram ederek kim olduğunu öğrenmek ister. Kadın kahramanımızın heyecandan gözleri kararır veee "memnun oldum"lar başlar...

MEMNUN OLDUM
Nereden bilebilirdim ki o gece,
O gece bir arkadaşın doğumgününde,
Tanımadığım kalabalıkta,
Sizi göreceğimi bir anıt gibi karşımda ...
Yoğun ve sağır bir sis perdesi içinde
Tanıştırıldım herkesle tanımadan kimseyi...
Görebildiğim yalnızca sizin elleriniz, gözleriniz ve sesiniz...
Eller, eller, eller......... Elleriniz...
Yüzler, yüzler, yüzler.........Gözleriniz...
"Memnun oldum, memnun oldum" diyenler,
"Memnun oldum" diyen sesiniz...
Hayalet yüzler ve uzanan eller,
Sessiz, sözsüz selamlar arasında,
Yaklaştım size bir kurban gibi,
Sonsuz basamakları tırmanırcasına...
Bilebildiğim tüm sözcükler düğümlendi,
Yüreğim pençe pençe şakaklarımda...
Tutundum devrilmemek için,
Gözüm karardı "sen kimsin?" diye sorduğunuzda...
Eller, eller, eller......... Elleriniz...
Yüzler, yüzler, yüzler......... Gözleriniz...
"Memnun oldum, memnum oldum" diyenler,
"Memnun oldum" diyen sesiniz...
Bir içki içer miydim? İçerdim...
Sigara kullanır mıydım? Evet...
Bir de adım vardı elbette,
Herkesin bir adı olduğuna göre...
Vesaire, vesaire, vesaire.........

ZUHAL OLCAY_Memnun...

Bu şarkıda en çok bu sorulu cevaplı kısımlar hoşuma gidiyor ve kadın kahramanımızın mutluluktan kahkahalarının patlamaması için kendini dizginleyerek söylediği vesaireleri... Çünkü bize kısa, basit sorularla başlayan bu sohbetin derinleştiğini, uzayıp gittiğini ve bundan da büyük bir haz duyulduğunu anlatıyor bu vesaireler... Kadın üç gün sonra adam tarafından bir yemeğe davet edileceğinden habersiz devam eder sohbete... Belki bu bile kafi gelmiştir ki başbaşa bir yemek yeme düşüncesi kadın kahramanımızı ne hale getirir, varın siz düşünün... O gün geldiğinde saatler öncesinden başlar hazırlanmaya, makyajını yapar, en güzel elbiselerinden birini seçer, belki yüz kere saçlarını bozar; bir toplar, bir açar, mutluluktan uçarak adamın gelip onu evden çıkarmasını beklemeye başlar...

VE SENİ BEKLİYORUM
Makyajımı yaptım bekliyorum...
Hazırlandım bu gece...
Beni çıkaracaksın diye,
Uçuyor, uçuyorum...
Penceredeyim saçımı tarıyorum,
Kulağım kapıda...
Elbisem buruşmasın diye oturmuyorum...
Ve seni bekliyorum, seni bekliyorum...
Elim telefona gidiyor, oyalanıyorum,
Ayna karşısında bir kez daha taranıyorum...
Zaman akıp geçiyor,
Bir sigara yakıyorum...
Bir içki, bir sigara daha...
Koltuğa çöküyorum...
Ve seni bekliyorum, seni bekliyorum...
Pikaba bir plak koydum,
Gözüm sokakta titriyorum...
Şarkıyı dinlerken kendimi divana atıyorum...
Plak bitti...
Tavandaki lambaya bakıyorum,
Gözlerimi yumdum, ağlıyorum,
Kendime kızıyorum ve seni bekliyorum...
Sokak sustu...
Perdeleri çektim...
Saçım, başım, elbisem, makyajım bozuldu...
Gelsen de sevgilim, şimdi artık çok geç... çok geç ...
Ama yine de seni......

ZUHAL OLCAY_Ve Sen...

Anlayacağınız gibi o yüzüne tükürülesi, "yuh senin erkekliğine!" denilesi, çok özür dilerim o öküz adam o gece gelmez. Beklemek... Ne kadar zordur beklemek... Gelmeyecek olanı beklemek... Bir kadını gece elbisesi içinde gözyaşlarına boğup, gözlerini siyahlara boyayıp bekletmek ve sonsuz, soğuk bir geceye terk etmek ne kadar iç acıtıcıdır. Ah biz kadınlar... Bir kere sevmeye, bir kere ateşlere düşmeye görelim akıllanmayız. Bir kitapta okuduğum gibi, "neşeli, canlı, her bunalımdan sonra herşeye yeniden başlayacak, olanı- biteni affedecek kadar acı hafızası gelişmemiş" yaratıklarız maalesef... Kadın kahramanımız da bir ay sonra o öküz adamla dağ, tepe, çimen gezecek ve ona, "sen farklısın!" diyecek kadar unutur herşeyi...

SEN FARKLISIN
Ben ilk defa gökyüzünü gördüm,
Sel gibi, sel gibi yağan yağmur altında...
Ve aydınlıkların hiç bitmediğini,
Bütün bir gece senin yanında...
Dağ evinden kıyı kasabasına,
Tılsımlanmış iki mecnun gibi,
Sanki elimizde sihirli değnek,
Yaprak yaprak soyduk kendimizi...
Farklısın, farklısın, sen çok farklısın,
Yaşamı altüst eden çılgınlıksın...
Farklısın, farklısın, sen çok farklısın,
Yaşamı altüst eden çılgınlıksın...
Yerini değiştirdik baharın,
Doğanın bildik takvimini...
Yaprakları yeniden yeşertip,
Dallara tomurcuk serptik...
Ben ilk defa açıklarda yüzdüm,
Sen benim, sen benim, sen benim denizim olunca...
Zirvelere çıkmanın keyfini dağ gibi sana yaslandığımda...
Bütün evlerin pencereleri açık,
Sesimizi duydum bize seslenen,
El sallar gibiydik kendimize,
Sen ve ben öylesine her yerdeydik...
Farklısın, farklısın, sen çok farklısın,
Yaşamı altüst eden çılgınlıksın...
Farklısın, farklısın, sen çok farklısın,
Yaşamı altüst eden çılgınlıksın...
Yerini değiştirdik baharın,
Doğanın bildik takvimini...
Yaprakları yeniden yeşertip,
Dallara tomurcuk serptik...

null.mp3

Evet kadın kahramanımızın, "sen farklısın!" dedikçe adamın egosuna tavan yaptıran, aslında inanmaya en meyilli olduğumuz yalanlardan biri olan ama kadının gerçekten inanarak söylediği, adamla ilk kez bu kadar yakın fiziksel temas yaşadığı "sen farklısın!", kadın kahramanımızı belki de ilk kez yaşayacağı orgazmlara taşıyarak öykümüzün beşinci bölümüne uçuruuur...

UÇMAK
Siz hiç karlar üstünde gondolla gezdiniz mi?
Biz değil gondolla karlar üstünde gezmek,
Öyle sevdik, öyle sevdik ki,
Öylesine seviştik ki...
Kar bulutları, altımızda kırmızı çarşaflar
Ve sıcak bir sobanın yanında
Öyle uçtuk, öyle uçtuk ki,
Öylesine seviştik ki,
Dünyaya kanat açtık...
Öyle sevdik, öyle sevdik ki,
Öylesine seviştik ki,
Dünyaya kanat açtık...

ZUHAL OLCAY_U�mak....

Uçmak için illaki bir çift kanata ihtiyaç olmadığını bizlere ispat eden kahramanlarımız, sonunda bu eylemi de gerçekleştirmiş olmaktan mutlu, mesut yaşantılarına devam ederler. Fakat kadın kahramanımız özellikle gerçekleşmiş olan bu eylemden sonra ve dünyada olup biten mantıksız, aklının almadığı garip şeyler yüzünden bir tür korunma içgüdüsü içine girer ve erkeğine der ki:

BENİ KORUMALISIN
Beni korumalısın, korumalısın, korumalısın...
Yol gösterenim,
Beni herşeyden çok sevenim,
Beni korumalısın...
Bilemediğim, anlayamadığım şu karmaşık dünyayla beni tanıştırmalısın...
Beni korumalısın, korumalısın, korumalısın...
Yol gösterenim,
Beni herşeyden çok sevenim,
Beni korumalısın...
Kamboçya, Bangladeş, Beyrut ve Filistin'de birşeyler oluyor,
Güney Afrika'da, siyahların ülkesinde hep beyazların sözü geçiyor,
Bu dünyada garip, çok garip şeyler oluyor,
Beni korumalısın...
Bilemediğim, anlayamadığım şu karmaşık dünyayla beni tanıştırmalısın...
Sevgilim, sevgilim beni, beni korumalısın...
Bana çok hoş ve tatlı şeyler fısıldıyorsun,
Ne kadar güzel olduğumu söylüyorsun,
Kollarına alıp, öpüp öpüp okşuyorsun,
Biliyorum seviyorsun, beni şımartıyorsun...
Kamboçya, Bangladeş, Beyrut ve Filistin'de birşeyler oluyor,
Güney Afrika'da, siyahların ülkesinde hep beyazların sözü geçiyor,
Bu dünyada garip, çok garip şeyler oluyor,
Beni korumalısın...
Bilemediğim, anlayamadığım şu karmaşık dünyayla beni tanıştırmalısın...
Sevgilim, sevgilim beni, beni aydınlatmalısın...
Sevgilim, sevgilim beni, beni aydınlatmalısın...

ZUHAL OLCAY_Beni K...

Yıl: 1990 Bu dünyada garip, çok garip şeyler oluyor...
Yıl: 2009 Bu dünyada hala garip, çok garip şeyler oluyor...

Kadın kahramanımızın korunma güdüleri içinde saydığı korkularına bakacak olursak hiç de haksız olmadığını görüyoruz. Üzerinde yaşadığımız şu dünyaya yakışmayan ve dünyamızı fikirleriyle, görüşleriyle, yaptıklarıyla, yapmadıklarıyla kısaca varlıklarıyla kirleten o kadar çok kişi ve şey var ki... Korunmak ve korumak istediğimiz şeyler o kadar çok ki... Kadın kahramanımız da doğal olarak garip şeyler olan bu dünyada, zorlu bir mücadeleden sonra kavuştuğu sevgilisi tarafından korunmak isterken bir yılı dolduruuur...

Öykümüzün ilk kısmı kasetin A yüzüyle coşup taşarak, mutlu biter ve B yüzünde ilişkinin çözüldüğü ikinci kısım başlar. İlişki hala parlak ve mutlu gitmektedir fakat, "eskiden, eskiden, eskiden..."dedirten bazı incelikler bitmiş, birlikte geçirilen zamanlar azalmış, hatırlanması gereken şeyler unutulmaya yüz tutmuş, kadın kahramanımız o eski günleri aramaya ve özlemeye başlamıştır...

ÖZLEDİM
Özledim, çok özledim;
Sabah vakti başucuma küçük bir çiçek bırakmanı,
Bir sinema biletini iş dönüşü müjdelemeni...
Ahh özledim, çok özledim;
Tam sokak ortasında, olur olmaz yerde öpmeni,
Günde yüz kere telefonda, "seviyorum" diyen sesini...
Beyaz örtüler üstünde Rejans'ta yemek yedikten sonra,
Müşterisi az bir barda başbaşa kafe-konyak içmeyi...
Ahh özledim, özledim, bütün bunları çok özledim...
Ahh özledim, özledim, bütün bunları çok özledim...
Özledim, çok özledim;
Elimizde paketler, bit pazarından eskiler almayı,
Aile albümleriyle dalga geçip gülüşmeyi...
Beyaz örtüler üstünde, Rejans'ta yemek yedikten sonra,
Müşterisi az bir barda başbaşa kafe-konyak içmeyi...
Ahh özledim, özledim bütün bunları çok özledim...
Ahh özledim, özledim bütün bunları ben özledim...
Lütfen...

ZUHAL OLCAY_�zledi...

Kadın kahramanımız bir çırpıda binlerce duyguyu anlatır bize, "özledim"le... Özler... Ve daha burada sayamadığı birçok şeyi de özleyecektir. Bir yandan özlemlerini yüklenirken, bir yandan da kafası karışmaya başlar. Kah sevgilisinin başka bir kadına kur yaptığını, kah başka bir kadının sevgilisine kaçamak bakışlar gönderdiğini görür, kah adamın artık ondan sıkıldığını anlar, kah yalanlarını yakalar... Adamın bütün kapılarını kapatması ve diğer kadınların da erkek kahramanımızı ondan çalmak istemeleriyle, kadın kahramanımız için histerik ve kafa karıştırıcı günler başlar...

KAFAM KARIŞIYOR
Kafam karışıyor senin adına,
Bir başkasına kur yapmana...
Kafam karışıyor senin adına,
Tüylerini parlatmana...
Kendinden memnun, kendini anlatmana...
Kafam karışıyor şu kadınlara,
Kaçamak bakışlara, ince göndermelere,
Seni benden çalmak istemelerine...
Kafam karışıyor, kafam...
Sana ilk rastlamış olmama,
Ve ilk aşkım adına,
Herşeyin ilki oluşuna...
Kafam karışıyor, kafam...
Herşeyin sonu olduğuna,
Sonların varlığına
Ve bunu sende yaşadığıma...
Kafam karışıyor kendi adıma,
Dingin bir nefes uğruna...
Kafam karışıyor kendi adıma,
Karmaşık, vahşi ormanında...
Labirentlerinde havasız, yalnız kalışıma...
Kafam karışıyor yalanlarına,
İktidar kavgalarına,
Hatta herşeyin bitmesini göze almana...
"Ben haklıyım!" adına...
Kafam karışıyor, kafam...
Sana ilk rastlamış olmama
Ve ilk aşkım adına,
Herşeyin ilki oluşuna...
Kafam karışıyor, kafam...
Herşeyin sonu olduğuna,
Sonların varlığına
Ve bunu sende yaşadığıma...
Ve bunu sende yaşadığıma...
Ve bunu bende yaşattığına...

ZUHAL OLCAY_Kafam ...

Artık son noktaya gelinmiştir. İlişki yavaş ve derinden çürümeye başlamış ve hatta kokmaya yüz tutmuştur fakat olanlar kadın kahramanımız tarafından bir türlü hazmedilememekte, hala havasız labirentlerde bir çıkış noktası aramaktadır; nafile yere... Cevabını asla bulamadığımız şeylere sorduğumuz gibi o da kendi kendine yüzlerce, binlerce kez aynı soruyu sorar:

NEDEN?
Kaç kere vurulur kapı
Ve çağrılır insan avaz avaza?
Ve yazılır ismin her gece,
Kan ter içinde rüyalarıma...
Ve neden yankılanır geri dönüşü sesimin
Planetlerin duvarlarında ?
Ve neden benzetirim ki saatlerin sesini
Başucumda asılı dudaklarına?
Neden karıştırıyorum denizi ağaca,
Gökyüzünü dereye, kendimi aynalara?
Neden, neden, neden, neden?
Kaç kere vurulur kapı
Ve çağrılır insan avaz avaza?
Ve yazılır ismin her gece,
Kan ter içinde rüyalarıma...
Kaç kere tekrarlanır ki aşk bağbozumundan az önce
Ve bir ötekine gebe?
Ve neden durur Güneş Ay'ın arkasında,
Hep senden, senden, senden yana?
Ve neden yankılanır geri dönüşü sesimin
Planetlerin duvarlarında?
Ve neden benzetirim ki saatlerin sesini
Başucumda asılı dudaklarına?
Neden karıştırıyorum denizi ağaca,
Gökyüzünü dereye, kendimi aynalara?
Neden, neden, neden, neden ?

ZUHAL OLCAY_Neden....

Erkek kahramanımızın onu çıkaracağı gece gelmeyip, kadının da bütün bir gece ağlayıp, hıçkırarak onu beklediği geceden sonra olduğu gibi olmaz bu sefer... Çok istesek de olmaz. Zaten olsaydı, bu "Küçük Bir Öykü" olmazdı... Bu öykü daha fazla uzamadan ve ilişki masaya yatırılıp konuşulmaya bile gerek duyulmadan, zaten bittiği her haliyle belli ama yine de sırf, "bir ilişkinin biterken olmazsa olmazları" yaşamak üzere kahramanlarımız bir araya gelirler.
Nedense her dinlediğimde kulaklarımı uğuldatan, genzimi yakan, beni salya-sümük ağlatan -özellikle şarkının bir yerinde (orayı kırmızı ve  büyük  puntolarla geçeceğim)- kara güvercinlerin gelip, yüreğinin tam ortasına oturdukları bütün sevdaları hatırlatan bir şarkıdır bu... Yarım kalmış şarkıları, yarım kalmış öyküleri, yarım kalmış aşkları...

KARA GÜVERCİN
Şöminenin bir köşesinde sen, bir köşesinde ben
Aramızda alev, alev, alev; sırtımızda soğuk
Ve kor bakışlarımız donuk...
Elimizde içki içilmedikçe, iki dudak arasında birkaç hece,
Yorgun, kara bir güvercin gagasında söz oluyor...
Acı değil, şiddet ve fırtına,
Her yer fora, her şey alabora...
Çirkin eller, gözler serseri,
Gelen lekeli, giden lekeli...
Çelişki, histerik kişilik...
Sevgi çemberi delik deşik...
Ben yatak ucuna ilişmiş,
Ellerim kenetli, gözlerim yerde...
Sen pencerede, camda buğulu bulut...
Damla damla zehir düşmekte gövdelere...
Bir piyano... Geçmişin parmakları usta...
SEN BEYAZ, BEN SİYAH TUŞLARDA :(((
Gamlarımız notaya dönüşüyor atonal alışkanlıklarımızla...
Acı değil, şiddet ve fırtına,
Her yer fora, her şey alabora...
Çirkin eller, gözler serseri,
Gelen lekeli, giden lekeli...
Çelişki, histerik kişilik...
Sevgi çemberi delik deşik...
Söndü şömine, gün kelepçeli...
Sen ve ben zindan içinde birbirimize kelepçeli...
Yıkılmış piyanonun sinesinde kara güvercin öylece yatıyor,
Korkudan kocaman olmuş şimdi
Ölü gözleri... ölü gözleri... ölü gözleri...

ZUHAL OLCAY_Kara G...

Bu öyküyü 1990 yılından beri tekrar tekrar, döndürüp döndürüp binlerce kez dinlememe rağmen her dinleyişimde olduğu gibi şimdi de burnumu çeke çeke ağlıyorum... Artık kadın kahramanımızın sizin de tahmin edeceğiniz üzere yalnızlık günleri başlar. İç parçalayıcı, yürek burkan, hazin bir aşk mezara alınır, üzerine kürek kürek toprak atılır ve kadın kahramanımız yaşayıp tükettiği bir aşkın muhasebesini yapmak üzere kendisiyle ve yine dönüp dolaşıp onu bulan yalnızlığıyla başbaşa kalır ve yalnızlık da işte bu kadar iyi anlatılır...

YALNIZLIĞIM
Yeni tanıştık belki de
Ama kimbilir belki de hep vardın,
Eşlik ediyordun, sessiz ve sinsice belki de...
Şimdi şimdi anlıyorum, kurnazca ayırdın beni belki de,
Lime lime savurdun sevdiklerimi belki de...
Yalnızlığım... Yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin,
Yalnızlığım... Kanımsın, canımsın, sen benim çaresizliğimsin...
Yalnızlığım... Bugünüm, yarınım, sen benim hüzünlerimsin,
Yalnızlığım... Tek bilebildiğim sen benim vazgeçilmezimsin...
Senin olmamı istedin ama belki de,
Bir aşık gibi inatla bunca zaman kendine sakladın belki de...
Bir tohum gibi serpildin, filizlendin, ben oldun belki de,
Yatağımı bile paylaşabilmek için benimle...
Yalnızlığım... Yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin,
Yalnızlığım... Kanımsın, canımsın, sen benim çaresizliğimsin...
Yalnızlığım... Bugünüm, yarınım, sen benim hüzünlerimsin,
Yalnızlığım... Tek bilebildiğim sen benim vazgeçilmezimsin...

ZUHAL OLCAY_Yalniz...

Küçük bir öyküdür bu... Hani ayrılmadan önce birbirini çok, çok ama çok seven bir kadın ve bir erkek arasında geçen... Minik bir parantez, tırnak içinde aslında hepimizin başından geçen, her şey yolundaymış gibi, hiç ayrılmayacakmışız gibi hiçbir şey yapmadan, sırt üstü yatarak keyif yaptığımız ama birden doğrulup kalktığımızda, "Hay allah, ne oldu? Halbuki gül gibi geçinip gidiyorduk..." dedirten bildik, küçük, o küçücük öykülerden...

KÜÇÜK BİR ÖYKÜ BU
Küçük bir... herkesin başından geçen...
Hani canım bir kadın ve bir erkek varmış,
Ayrılmadan önce birbirini çok, çok, çok seven...
Hiç ayrılmayacakmış gibi hiçbir şey yapmadan,
Sadece düşleyen...
İşte öyle bir kesit,
Minik bir parantez,
Tırnak içinde hepimizin başından geçen,
Bildik o küçük, küçücük öykülerden...
Küçük bir öykü bu,
Herkesin başından geçen,
"Hay Allah, ne oldu?" dedirten,
Gül gibi geçinip giderken...
Küçücük bir öykü bu,
Herkesin başından geçen...
"Hay Allah ne oldu?" dedirten,
Gül gibi geçinip giderken...
Küçük bir öykü bu...
Küçük bir... herkesin başından geçen...
Hani canım bir kadın ve bir erkek varmış,
Ayrılmadan önce birbirini çok, çok, çok seven...
Herşey yolundaymış gibi sırtüstü uzanıp keyfini düşünen...
İşte öyle bir kesit,
Minik bir parantez,
Tırnak içinde hepimizin başından geçen,
Bildik o küçük, küçücük öykülerden...
Küçük bir öykü bu...
Herkesin başından geçen,
"Hay Allah ne oldu?" dedirten,
Gül gibi geçinip giderken...
Küçücük bir öykü bu,
Herkesin başından geçen...
"Hay Allah ne oldu?" dedirten,
Gül gibi geçinip giderken...

Zuhal Olcay- Kucuk...

Bir ilişkinin de bize tıpkı bir bebek gibi sancılı doğduğunu, türlü zorluklar ve meşakkatlerle, özveriyle, sabırla büyüyüp geliştiğini, bazen mutlu, bazen acı, bazen umutlu, bazen ağrılı, bazen neşeli, bazen kederli bir süreçten geçtiğini ve sonra da vücudumuzdaki her bir hücreyle birlikte eskiyerek, yıpranarak, yaşlanarak öldüğünü gösteriyor bu öykü... Tıpkı diğer canlılar gibi ilişkilerin de biri ölür, biri doğar... Eskisinin yerini doldurur mu doldurmaz mı bilinmez ama bu döngü böyle devam eder...

Dinlediğiniz için teşekkürler.

ChaotiC

DipNot: Bu yazı ilk defa 09.03.2008 tarihinde yazılmış olup kayıp şarkılar açısından güncellenerek tekrar yayımlanmıştır. Şarkılar kendi arşivimden yüklenmiştir.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Susma hani aşk insanı zaten bulurdu?
Susma hani yıllar aşka çare olurdu?
Söyle yıllarmı daha hızlı bir kurşunmu?
Böyle sensiz hergün biraz yokoluşummu?

banu özdemir dedi ki...

merhaba blogun sahibi sevimli insan :)yazilarini cok begenerek okuyorum. hele o türkcene bayiliyorum. sen bir yazar/gazeteci/sair'sin. bunu ben kendi gözlerimle görüyorum! bütün samimiyetimle söylüyorum!

cok tesekkür ederim böyle bir sayfa hazirladigin icin ve yazilarini bizlerle paylastigin icin. okadar keyif veriyorki yazilarini okumak hicbir roman kitabina, hatta bestseller olsa bile degisilmez. harikasin.

ve ALLAH RAZI OLSUN yazilarini kolaylikla okuyorum. bu rahati bize titizlikle hazirladigin icin sana COK TESEKKÜR EDIYORUM. bilmiyorum diger okuyucular farkinda mi ama chaotic yazilarini gözü yormiyacak sekilde hazirliyor! diger bloglara bakin nekadar sIKICI..uzun yazilari okuyamiyor insan hemen bikiyor. iki kelime arasinda verdigin bosluklar icin tesekkürler :) (diyorum ya sen gazetecisin!) hatta ondan da öte --
ne diyeyim--- kolay gelsin!

sevgilerle
banu özdemir