3 Ocak 2009 Cumartesi

Kadın Gitmek Zorundaydı; Çünkü............

Sanki kadın ona ait olmayan bir baş ağrısını siyah rugandan yapılmış, küçük el çantasında taşıyordu bu akşam... Saçları tertemizdi ve avuçları nemli... O kadar temizdi ki kadının saçları, adamın yüzünü de temizliyordu değdikçe... Dağılan gün batımını kanyak şişesine doldurdu kadın. İlk dikişte içindeki kıvılcım tutuştu, cayır cayır yanmaya başladı. Yanakları da dudakları gibi kızıla boyandı.

"Üzülmesin" diye geri gelmişti yine, "sinirlenmesin" diye buruşturmuştu düşüncelerini... Evet yine... Aslında dayanacak fazla nedeni yoktu kadının devam etmek adına... Gitmek zorundaydı; çünkü önünde biriken istekleri, arkasında bırakacaklarından daha kabarık ve önemliydiler. Gitmek zorundaydı; çünkü bir deney daha kaldıramayacağını haykırıyordu onu hayata bağlayan organı... Yeni siyah rugan ayakkabıları gibi kirlenmeden, bir an önce kendine kapanmalıydı. Birden aklına nasıl bir açıklama getireceği geldi; onun ailesine, kendi akrabalarına, tanımakta zorlandığı dostları ve artık kendisini  kendilerine anlatmaya üşendiği arkadaşı kılığındaki kağıttan insanlara...

Ne olursa olsun gitmek zorundaydı kadın. Hissettirmeden gitmek zorundaydı. Bu defa, arkasında koklanacak, ağlatacak, pişmanlığa sürükleyecek bir şey bırakmadan... Bu defa, ne olursa olsun geri dönüş olmayacaktı, olamazdı; çünkü artık her şarkı canını acıtıyordu kadının, gözlerini kızartıyordu, sigarası daha çabuk bitiyordu.

Adam anlayamıyordu. Sadece, kadın uzaklardayken bile onun ruhundan birkaç parçayı sahiplenip yastığına ağlıyordu...  Kadın, ağlamasını değil anlamasını istiyordu. Kadın, duymayı değil görmeyi istiyordu.

Kadın, adamın sol avucunu açtı. Upuzun hayat ve akıl çizgileri arasına sıkışmış kısacık kalp çizgisinin mantığını çözmek istedi. Oysa kendisinde sıkışan akıldı.

Evet evet artık gitmek zorundaydı; çünkü kalbini hapsedip aklını tahliye etmek zorundaydı. Büyümek zorundaydı. Kaybettiği cesaretini yeniden kazanmak zorundaydı. Kaybetmişti çünkü adam ona hep şöyle derdi:
"Kendini gereksiz yere üzüyorsun bebeğim, ben hallederim! Ben varken asla! Ben seni korurum! İyi ki ben varım!"
Keşke adam olmasaydı da, kadın daha çok ağlasaydı.
Keşke adam olmasaydı da, kadın kendini herkesten daha değersiz sansaydı.
Keşke adam olmasaydı da, kadın onu terk etmeseydi.
Keşke adam olmasaydı da, kadın onu yalnız bırakmanın kolay bir yolunu aramasaydı.
Keşke adam olmasaydı da, kadın onun güçlü yorumlarından ve kararlı olgunluğundan kaçmasaydı.
Keşke adam olmasaydı da, kadın geri kalmış zeka seviyesiyle adamın dizlerinin dibinde oturan bir hayalet olmaktan çok daha öte bir yere sahip olduğunu sanmasaydı.

Kaybolmaktan korkuyordu fakat gitmek zorundaydı kadın; çünkü her şeye yeniden bakma fırsatı tanımalıydı gözlerine. Bir şeyleri görmeye çalışmaktan sıyrılıp sadece bakmalıydı boşu boşuna, bir şeyler edinmeye çalışmaksızın.
Kanatlar gördüğünde aklına kuş oldukları değil de özgür olduğu gelmeliydi.
Su gördüğünde yüzmeliydi en derin yerinden.
Dağları kulaklarında büyütmeliydi.
Çok şey ummaktan çekinmemeliydi.
Hayal kırıklıkları sadece onun olmalıydı.
Başarısızlıklarıyla etrafındaki kağıttan insanları sevindirmeyip, doğayı gücendirmeliydi sadece.
Yalnız kalmalıydı kendiyle ve artık susmalılardı birbirlerine...

Zaten maymun iştahlıydı kadın. Onun evi, tuğladan kutuların içi değildi. Yiyemeyeceği kadar dünyayı ağzına doldurup üzerine de nefesinin yetmeyeceği kadar gökyüzünü içmek istiyordu.
Algılamaya çalışmadan hissetmek istiyordu.
Bilincini köreltip, duyularını ise dört nala koşan bir atın ayaklarının altına yapıştırmak istiyordu.
Bir göl kenarında uyumak, bir ağacın tepesinden bacaklarını sarkıtarak balık tutmayı denemek istiyordu.
Hatta bir solucanla arkadaşlık yapıp, akşam yemeğinde de onu yemek istiyordu; çünkü şimdiye kadar tüm onu kıranlar, kıramadığı hayatlar olmuştu.

Artık gerçekten çok sıkılmıştı kadın. Kendini mümkünse tarih öncesine götürüp, zaman makinesini de bir dinazora yuva olarak bırakmayı dileyecek kadar çok sıkılmıştı. Bunun, adamın gözlerine bakmamaya çalışmaktan daha kolay olacağını düşünüyordu.

Kadınsız sürekli eksiği, kusuru, ayıbı olacak sonu görünmeyen bir hayat bekliyordu şimdi adamı... Belki yerine koyabileceği evcil bir hayvan alırdı ya da yeni bir sevgili... Kadına ait ne varsa klozete atacak ve sifonu çekecekti. Onlar da kadınla birlikte çıkacaklardı yolculuğa... Dostane yaklaşımlar sergileyemiyordu zaten adam bu gibi durumlarda, doğuştan bulunmadıkları için bünyesinde... Taze ya da bayat, kadın bir türlü tadını çıkartamamıştı adamın. Damağına yapışan beyaz tost ekmeğiyle yapılmış sandviçlerden daha fazla rahatsız edici olmaya başlamıştı son zamanlarda... Oysa adam mükemmeliyet sınırları içinde olduğunu sanıyordu. Ta ki kadın, mükemmellik sınırlarını ayaklarının altına alıncaya değin... O zaman adam, mükemmelden daha öte Tanrısal bir hezimete uğrarken, kadın kederlerini bir bir tanımlamaya başlamıştı.

Her şey ne kadar da hızlı, akışkan, sorumsuz, nedensiz, terbiyesiz, sahtekar, acımasız ve rahatsızdı... Kadın, bir Hint fakirinin çivili yatağına uzansa ve ayaklarını yerden sadece on santim yüksekte tutmaya çalışsa daha az rahatsız olurdu, biliyordu...

Gitmek zorundaydı, çünkü varlığının bedeli olarak sorumluluklarını tamamlamalıydı, yeniden işe başlayarak erkenden uyumalıydı. Belki sigarayı bile bırakırdı...


Şimdi çok mutlu bir şarkı çalıyordu onu bekleyen tümseklerin zirvelerinde...
Neyse ki hiçbir şeyden pişman değildi; çünkü herkesin hayatı ince, kısa ve doksan-altmış-doksanken, onun hayatı kalın, uzun ve dolambaçlıydı. Yoksa anlatacak hiçbir şeyi olmazdı ve herkes onu merhametsizce yargılardı...

8 yorum:

41 kitchen dedi ki...

Şimdi bu yazıyı okurken, bi gün niye gitmedim acaba diye düşündüm... Yordum kendi halime. Geçti diyorum ama cesaret demişsin ya işte bi insan için, bi kadın için en çok gerekli olan şeylerden biri. Öyle bi zaman gelmeliki çekip gidebilmeli. Yüreğine sağlık, çok güzel, farklı bir yazı olmuş ablacım.

Adsız dedi ki...

cool blog

Muhabbet Çiçeği dedi ki...

Çok etkilendim yazıdan. Üzüldüm, düşündüm. Geçmişte sırtımı dönüp gitmediğime hayıflandım. Geç kalmış gitmeler olmasaydı keşke dedim. Kadın gidiyorsa mutlaka bir sebebi vardır bence değilmi. Sevgiyle kal canım. Yüreğine sağlık.

LÂL dedi ki...

Hanginize teşekkür etmeliyim.. Bunu sana pas eden Tesaurus'a mı, yoksa bunları yazan sana mı.. İnan bilemiyorum.. Bildiğim O ki.. Gitmek zorundaydı kadn.. Bunu söyleyip duruyor ama gidemiyordu kadın.. Eksik olan neydi.. Belki cesaret.. Belki fazla olan bir şey vardı, eksik olan değil.. Karmaşık bir hal işte.. "Bir gün mutlaka" dedi kadın sadece.. Mutlaka.. Sevgiler...

MyBiber dedi ki...

Sevgili Lal, bunu bana Tesaurus'un paslayıp paslamadığını inan bilmiyorum. =) Birkaç blogta karşıma çıkınca, "ben nasıl devam ederdim bu cümlelere..." diye düşündüm ve ortaya bir veda mektubu olmasa da böyle bir masal çıktı. Asıl ben teşekkür ederim; sana ve ilhamı veren diğer arkadaşlara...
Sevgilerimle...

Ozan Kayra dedi ki...

ben sipariş üzerine karoshi'ye pasladım =) çünkü çok sevmişti bu 'mim'den bozma, duygudan ibaret yaratıcı olayı. artık lal kimlere pasladıysa ve kimler kimlere pasladıysa oralarda görmüş olacak kaotik adaşım. aman iyi ki de görmüş, böyle güzel bir masalımsı yazmış.. =)

Zeugma dedi ki...

Yazı değil bir roman bence bu..
Son derece duygusal..
İnsanın zaman zaman içinde kendini bulduğu..Bir kaçış romanı. Adamdan mı kendinden mi yoksa bıkmış olduğu,çöküntü yaratan hayat mı bu kaçışa neden?
Chaoticciğim,eline sağlık,zevkle okudum. Ve diyorum ki,aslında boş zamanlarının tümünü bu ara bu tür yazmaya ayır.Müthiş bir potansiyel sezinledim çünkü.
Sevgilerimle bir tanem :)

Not:Yorum yapabilmek ne güzel şeymiş meğer...

Adsız dedi ki...

Süper bir yazı