8 Ekim 2009 Perşembe

Kader mi? Kader...

İnsan şimdiki aklı, bilgisi ve duygularıyla istediği yıllara dönebilse… Yani kader kendi yolunu çizmeden önce o kaderini kendisi tayin etse… İstemediğimiz bölümleri makaslayıp hayatımızdan çıkarıp attığımız için daha mı mutlu olurduk; yoksa ne yaşayacağımızı önceden bire bir bildiğimiz için daha mı mutsuz? Heyecan da kalmayacaktı çünkü böyle olunca…

Bir yazımda Rastlantının Böylesi (Sliding Doors) diye bir filmden bahsetmiştim. Filmde, bir kadının metroyu kaçırma ve yakalama ihtimalleri üzerine kurgulanmış iki ayrı hikâye, bir kaç saniyeyle değişen ve değişmeyen iki farklı hayat vardı. 

Kadın, metroyu yakalayarak evine zamanında geldiğinde kocasını başka bir kadınla yakalıyordu. Birkaç saniyelik gecikmeyle metroyu kaçırdığında ise kocasının onu aldattığından habersiz yaşamaya devam ediyordu. Yani yıllar sonra, bu durumu bilerek o zamana geri döndüğümüzde metroyu yakalamakla, bilerek kaçırmak arasında bir seçim yapmamız gerekse… İkisi de kötü. Habersiz yaşayıp gitmek bence daha da kötü… Bu sefer de daha daha önceki zamana geri gidip o adamla hiç tanışmamış olmayı dilemeyecek miyiz? Bu böyle uzayıp gidecek. O zaman hayatın da anlamı değişecek. Hani diyorlar ya, “hayat biz başka planlar yaparken başımıza gelen şeydir…” diye…

Bazen durup düşünerek bazen de hiç düşünmeden içine girdiğimiz ve yaşadığımız sürece binlercesinle karşılaştığımız bir yol ayrımı kader… Ki çoğu zaman bile bile lades dedirttiğimiz… Kader, bizi kandırmış olmanın keyfiyle karşıdan arsız arsız sırıtadursun biz iyi ya da kötü yaptığımız seçimin getirileriyle baş başa kalıveririz. En çok işin içine aşk girdiği zaman ipler kaderin eline geçer… Ne yaşayacağımızı bile bile kucağına düşüveririz bazen. Mutlu olursak kendimizden biliriz; yok olamadıysak Sezen gibi, “ ben sana ne ettim, yollarımı çıkmaza bağladın. Üç gün mutlu olduysam, üç ömürlük ağladım” diyerek, “kader, kahpe kader…” şarkıları söyleriz.

Zihnime, yüreğime, her hücreme yerleşmiş bir film var. Denk geldiği zaman, sayısını hatırlayamadığım kadar çok izlediğim halde gene de oturup izlediğim, gene de her defasında zırıl zırıl ağladığım… En çok kaderi düşündüğüm filmlerden biri; çünkü kadın son sahnede bir yol ayrımında kalır. Aşk mı, emek mi? Aşk mı, emek mi? Kaderin, aşk yolunda kandırmaya çalışıp sonunda iyiliğin, dostluğun ve emeğin kazandığı, sadece yüreklerin konuştuğu bir son sahnesi vardır ki; boğazım düğümlenir. Burun direğimde sızlamayla başlayıp, gözlerimde sulanmayla devam eden ve sonunda bana ömrümce dökeceğim bütün yaşların hepsini sanki o an akıtıp bitirdiğimi düşündürten bir son sahne… Kadın, aşka sırtını dönüp diğer yola girdiği halde bile hala, “gel yolumdan döndür beni…” misali son kez arkasını dönüp sevdiği adama bakarken, “seninim işte, alıp götürsene beni…” diyerek son bir umutla yüreğini konuşturduğu an, benim de yüreğimde bir yangını başlatır.

Adam, “elinden tutuversem, benimle gelir mi?” diye düşüneceğine gidip eline yapışsaydı sımsıkı, kadın yolun başından dönecekti.


“Yüreğim kaydıysa günah mı?” Yüreğinizin kaydığı kişi, ellerinizin arasından da böyle kayıp gider işte… Kader mi? Kader…


ChaotiC

mogollar-selvi_boy...

3 yorum:

denizanasi dedi ki...

silent doors.. en çok etkilendiğim filmlerinden biridir. saniye farkıyla insan hayatı nasıl değişebiliyor değil mi. o filmden sonra çok hareketimi sorgılamışımdır.

Sokak Kedisi dedi ki...

Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti...

"Selvi Boylum, al Yazmalım" ve "Sliding Doors" iki güzel film ve güzel bir paylaşım.

Ne zaman ağlamak için bir film arasam aklıma ilk gelendir Selvi Boylum, al yazmalım...

Sevgiler

şirinem dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş canım malesef kader mi yoksa bizlerin yaptığı hatalarmı bilemiyorum ama bence yaşanması gerekn ne ise o olmalı :) güzel bir paylaşımdı bende bir mim var sana kabul edersen eğer sevgiyle kal