12 Nisan 2008 Cumartesi

Bir Cumartesi

Bir Cumartesi... Fransızca şarkılar ve öpücüklerle uyanıyorum. Aşkım gelmiş; bir aylık hasret kaderin daha önümüze çıkarıp çıkarmayacağı bilinmez bir sonraki ayrılığa kadar bitmiş. Mutlu mutlu geriniyorum.
Kendimi kraliçeler gibi hissettiğim bir sofrada uzayıp giden sohbetlerle kahvaltımızı ediyoruz. Çocuklar bir an önce babalarıyla kudurmaya hevesli lokmaları neredeyse çiğnemeden yutuyorlar. Çok özlemişler ama bitmek bilmeyen oynaşmalarını kıskanıyorum. "Aaaa artık yeter, hadi bakalım biraz da kendi kendinize oynayın." diyorum. Aşkımı çekip alıyorum ortalarından...

Bilgisayarın önünde viskili sıcak çikolatalarımızı yudumlarken o yazılarımı okuyor; ben onun omzunda sadece ayrılığın acısını çıkartıyorum. Kulağımda birbirinden güzel fransızca şarkılar, yanımda-yöremde-yüreğimde O, içerde playstation oynarken kuş gibi cıvıldayan çocuklarımız... Bugün biri benden mutluluğun tarifini istese sanırım gene bu cümleleri kurardım.

Tekdüze sürüp giden hayatımızın içinde sürekli yaşadığımız ve artık bize olağan gelen şeyler aslında hayatımızın en kıymetli hazineleri... Masada bir sandalyenin, kanepedeki diğer köşenin, yatağın öbür tarafının boş kalmasına, evde bir sesin, sofrada bir tabağın, banyoda sürekli etajerin üzerinde duran bir traş köpüğünün, bir diş fırçasının eksikliğine gerek kalmamalı bunu anlamak için... Günü binbir mücadeleyle bitirip onsuz yatağa girdiğinizde, yastığında kalmış bir iki saç teli göstermemeli, anlatmamalı size bunları...

Sağlıkla, mutlulukla, huzurla ve en önemlisi hep beraber oturduğunuz sofranız bir hazine... Oturacak onca yer varken, herkesin üstüste oturup televizyon seyretmeye çalıştığı kanepeniz bir hazine... Onunla paylaştığınız bir fincan kahve, dinlediğiniz şarkılar bir hazine... Normalde yalnızken kızacağınız ama beraberken birbirinizden güç aldığınız ve üstesinden daha kolay geleceğinize inandığınız çocuklarınızın yaramazlıkları bir hazine... Uykuya dalmadan önce yastık altı muhabbetleri yaptığınız yatağınız bir hazine... Aceleyle çıkarıp öylece bıraktığı, katlamadan önce bir süre seyrettiğiniz, daha hala vücudunun şeklini koruyan, bozulmamış kıyafetleri bir hazine... Bunları anlamak için evinizin, eşyalarınızın içlerinin boşalmasına gerek yok. O tekdüze, artık size sıradan ve basit gelen hayatınızın içinde fark edin; eksilen kişinin yaratacağı farkları... Bu eşiniz de olabilir, çocuğunuz da, anneniz veya babanız da... Yoksa arkalarından kapı önünde, bir kenarda çıkarıp gittikleri içi hala sıcak terliklerine bakarak, "keşke..." demek inanın bana düzeltmiyor ve geri getirmiyor hiçbir şeyi...

Dilerim Allah ikisini de vermesin ama bir gün birinden ayrılmak zorunda kalırsanız bu sadece fiziksel bir ayrılık olsun. Çaresi vuslat yani en büyük ve en güzel kavuşmadır. Siz daha çok yürek ve kafa ayrılıklarından koruyun kendinizi... Aynı yatakta yatan, aynı evi paylaşan, birbirinin nefesini yüzünde hissedecek kadar yakın fakat aslında birbirinden kilometrelerce uzakta olan, yürek ve kafa olarak çoktan ayrılmış ve maalesef artık birbirine geri dönüşü olmayan insanlar var.


Sağlık ve neşeyle...... Hiç ayrılıksız günlere......

Hiç yorum yok: