22 Eylül 2008 Pazartesi

Mutlu Toz Bezi

Mutlu olmak için, hem de çok mutlu olmak için hiç büyük isteklerim olmadı benim. Şüphesiz, herkes gibi hayallerim oluyor zaman zaman fakat her şeyden çok çocuklarım için... Mesela; onlar şu yaşlarındayken, tamamen bize ait, onların kocaman, yemyeşil bahçesinde koşup, beslemek istedikleri hayvanlarla oynaşabilecekleri, havuzunda serinleyip, salıncağında sallanabilecekleri,  tüm enerjilerini atarak neşelenecekleri bir ev kesinlikle harika olurdu fakat böyle bir imkanı birikimlerimiz kabul etse bile şu an içinde bulunduğumuz hayat tarzı reddediyor.

Demek istediğim bu duruma sırf çocuklarım adına üzülüyorum fakat bu beni mutsuz etmiyor, düşünüp düşünüp kahrolmuyorum. Onlarla, şu an, içinde bulunduğumuz ortamda ve şartlarda, bu hayatın güzellikleri kadar güçlüklerini de yaşamak, zorluklarıyla mücadele etmek ne kadar yorucu, yıpratıcı ve zaman zaman zorlayıcı da olsa bu beni mutsuzluğa itmiyor. Mutlu olmak için bu tür bir hayalin gerçekleşmesi gerekmiyor.

Mutlu olmak için, hem de çok mutlu olmak için hiç düşünmedim ben... Isınmayan bir evde, eşimle bir battaniyenin altında, dumanı tüten bir fincan kahve içebilmek, canım sıkılıyorken perdeleri tamamen indirilmiş loş bir odada ekrandaki yemyeşil bir bahçenin ortasına kurulmuş beyaz "Amerikan siding"li bir evin içinde, çeşitli sorunlar ve mutluluklar yaşayan klasik bir Amerikan aile hayatına ortak olmak; annenin, eski, uzun bir aile arabasına binerek sırayla yanaklarına birer öpücük kondurduğu ve "görüşürüz tatlııım!" diyerek çocuklarını tek tek okullarına bırakışını, gece olup da çocukların her biri odalarına çekilip uyuduğunda eşlerin yaşadıkları sorunları tartışmalarını, aniden kapının dibinde, elinde kahverengi minik ayıcığıyla evin en küçük çocuğunun belirmesiyle girdikleri tartışmaya son vererek anne ve babanın aynı anda çocuğa atılmalarını, ablanın kötü arkadaş çevresi, abinin uyuşturucu sorunlarıyla nasıl mücadele ettiklerini ve sonunda kazandıklarını izlemek, kurt gibi acıkmışken taze demlenmiş çayın yanında koca bir tabak patates kızartması, dilimlenmiş kıpkırmızı domatesle, beyaz peynir yiyebilmek her şeyden çok yetti bana...

Mutlu olmak için, hem de çok mutlu olmak için güneşin doğmasını, güneşin batmasını, yazın gelmesini, kışın bir an önce sona ermesini beklemedim ben... Düşüp dizlerimi kanattığımda koşup yerden kaldıran, yaralarıma üfleyen kimsem olmadı benim. Gene kendi nefesimle kendi acımı dindirmek, kendime yara bandı olmak mutlu etti beni. Anne olduğumda; "Bütün gece ağlıyor, gaz sancısından uyutmuyor, bir türlü emziği bırakmak istemiyor, oturağa alıştıramıyorum, katı mamaları reddediyor, imdaaat, lütfen yetiş, yardım et anneee...!" diyerek iki adımda ulaşıp, yanıma gelebilen bir annem de olmadı; hep çok uzaklardayız... Sadece kendi başarımın, kendi gücümün, kendi azmimin, kendi sabrımın, "neleri yapabilirim"in farkındalığına varmak, "çok uzaklarda, tek başına ama gene de harikulade çocuklar yetiştirmiş, ..." gibi söylemleri duymanın mutluluğu ya da kızıyla aynı şehirde oturan bir annenin kızında koşturup durduğunu, çocuklarına baktığını, kışlık tarhanasını, salçasını, makarnasını, ıvırını-zıvırını hazırlayıp gittiğini, neredeyse kırk yaşına gelmiş kızının hala saçlarını okşadığını, sırtını sıvazladığını görmek her şeyden çok yetti bana... Alışık olsaydım ben de hep beklerdim, hep isterdim. Alışık olmamak mutlu etti beni.

Mutlu olmak için, hem de çok mutlu olmak için hiç uzaklara gitmek istemedim ben. En yakın arkadaşıma gitmek, zaman zaman herkesin bu tarz sıkıntılar yaşadığını bilmek fakat bunu bir kere daha ondan duymak, neler yaşadığını çok iyi bildiğim halde tekrar tekrar anlatmasını dinlemek, yaptığı kahveyi içmek, "boşveeer, yak bir tane!" diyerek uzattığı sigarayı çekip almak, az sonra ben salya-sümük ağlarken, "karnın aç mı? patlıcan yemeğim var, seversin sen..." diye soracağını adım gibi bilmek her şeyden çok yetti bana... Ne kendi memleketim, ne anne kucağı, ne de hısım-akraba; aramadım!

Her sabah kalkar kalkmaz Petula Clark'tan Down Town'ı dinlemek,
"just listen to the music of the traffic in the city
linger on the sidewalk where the neon signs are pretty
how can you lose?
the lights are much brighter there
you can forget all your troubles
forget all your cares
so go - downtown
things 'll be great when you're - downtown
no finer place for sure - downtown
everything's waiting for you - downtown"
kısmına mükemmel denilebilecek seviyede eşlik edebilmek, aynen şarkıdaki gibi bütün sıkıntılarımdan kurtulup, o güne fevkalede mutlu başlamam ve aynı şekilde mutlu bitirmem için bana yetti de arttı bile... Zira bu şarkı insana yaşama sevinci aşılar.

Fırından gelen sıcak ekmek ve yeni alınmış gazete kokusu, içindeki bulmaca ekleri, bir bardak çay veya bir fincan kahve eşliğinde mis gibi temizlik kokan, derli-toplu bir evde, çocuklarıma kurabiye pişirerek, yazı yazarak, resim yaparak, bulmaca çözerek veya scrabble oynayarak kafamı her tür sorun ve dertten bir süreliğine bile olsa arındırabilmek ve sadece elimdeki harflerden kelimeler türetmeye çalışmak; kapkara bulutlarla örtülü, karanlık ve serin bir günde kulağımda en sevdiğim şarkılar, camın önünde sağanak şeklinde akıp gitmekte olan hayatı izlerken, hızlıca evine giren, camını örten bir insanın arkasından artık kapalı bir kapının veya camın ardında neler olup bittiğine dair hayaller kurup senaryolar uydurmak, tek katlı bir evin sadece bahçesindeki bir ağaçtan ya da hemen girişindeki duvara monte edilmiş bir askılıktan, kilometrelerce uzaklara giderek çıkmaz bir sokağın en sonundaki iki katlı, bol sardunyalı bir evin içine girerek, çoktandır yüzleri görülmeyen, sesleri duyulmayan; artık ses, görüntü, et, ruh şeklinden çıkarak soğuk, buz gibi taştan bir şekle ve topraktan bir kalıba bürünmüş insanlara dair anıları bulup çıkarmak ne kadar kederli görünse de her şeyden çok yetti bana... Onların, bu dünyada kalan parçalarından birinin onları hala hatırladığını, aradığını, özlediğini ve düşündüğünü başka bir dünyadan görebildikleri, duyabildikleri varsayımı ise her şeyden çok mutlu etti...

40 dereceye varan sıcaklarda serin çarşaflara uzanıp, yumuşacık yastığıma gömülerek kitap okumak, içindeki kahramanlardan biri olmak ve kitap bitene kadar o hayatı, onun hayatını yaşamak inanılmaz mutlu kıldı beni...

Kuşkusuz ben Pollyanna değilim, Pollyannacılık da oynamıyorum. Sadece mutlu olmak için şiddetli tutkulara sahip olmayan, mutluluğu yanıbaşında bulan ve her anı anlamlandırmaya çalışan -ki her türlü anlamsızlıktan sıkılırım- böylesine basit mutlulukları içi içine sığmayacak şekilde yaşayan aptalın tekiyim belki de... Çünkü zaman zaman etrafıma baktığımda şiddetli hırsları, tutkuları olan, "illa olacak!" diye tutturdukları için de bir şekilde elde eden insanların, elde etmesine yardım eden, vesile olan insanların ve başkalarının gözünde daha değerli olduklarını, sürekli peşlerinde dolanıldığını, onların bulunmaz hint kumaşı, benimse eski bir faniladan bozma sıradan bir toz bezi olduğumu düşünüyorum. Her şeye rağmen herkesin her işine koşmaya çalışan, karşılık beklemeden veren ve seven, silip-parlatan mutlu bir toz bezi...
Downtown by Petula Clark on Grooveshark

7 yorum:

Seyyah dedi ki...

Kendine karşı biraz acımasız olmuşsun sanki... Yaptığın pollyanacılık değil bu konuda haklısın, ki öyle bile olsa seni mutlu ettiği sürece adının ne olduğu önemli değil. Çok sevdiğim bir söz vardır: "Hayat ancak hayal gücümüz ve hafızamızın zayıflıkları ile mümkündür." Bunu düşündüm yazını okurken, sanırım buraya azla yetinmekte eklenebilir. Sevgiler..

hTc dedi ki...

Her zaman alçakgönüllü insanlara hayran kalıyorum. Sen de onlardan birisin=) Küçük şeylerden mutlu olmak gerçekten her insanın tarzı olmayan birşey. Hayatında hiçbir zaman hiçbir hırsı yaşamamış biri olarak okuduğum her satırda kendimi buldum. Toz bezi olmak lazım hayatta. Belki çok uçuk kaçık şeylere sahip olmuyorsun ama, gece yastığa başını koyduğunda yüzünde küçük bir gülümseme oluyor, bu da insan olana yetiyor. Yüreğine sağlık, sevgiler.

Aylin Ünlü dedi ki...

Çok hoş yazmışsın,alınacak çok cümle var bu yazıda kendi payımıza,kalemine sağlık chaotic.

Official Editor dedi ki...

keşke bende senin gibi basite indigeyebbilip mutlu olablsem, ama olmuyor...

Zeugma dedi ki...

Çok güzel bir yazı okudum.
Betimlediğin her olgudan mutluluk duyabilecek insanlardanım ben de.
Zaten sen bunları buraya yazmasan bile o kadar belli ki böylesine alçakgönüllü biri olduğun.Blogun bunu her haliyle ispatlıyor.
Sen kendine göre mutlu bir tozbezi olabilirsin belki..''Hint Kumaşı''değilsin.Ama birçok insan için özene bezene dokunmuş çok değerli bir ''İpek Kumaş''olduğun kesin.En başta da eşin ve çocukların için tabii : )
Sevgiler..

saklıdefter dedi ki...

Karşılıksız sevebilmek,mutluluk kelimesine saplanıp her daim arayış içinde olmamak... En güzeli senin bu yaptığın:) Sevgilerimle...

siirimsi dedi ki...

harika bir yazı

blog da öyle
resimler de
devamını dilerim