7 Şubat 2011 Pazartesi

Yazmayacaktım Aslında (Eğer Kelimeler Boğmaya Kalkmasaydı Beni)


Öyle şeyler yaşadım, öyle şeyler duydum, öyle şeyler gördüm ki artık içimden yazmak gelmiyordu… Sözcükler… Bir umut yoksa, geri dönüş yoksa neye yarar ki? Eskiden birisini üzdüğümde, çok kırıldığımda, pişman olduğumda, acı çektiğimde, üzüldüğümde, hatalı olduğumda hiç üşenmez oturur mektup yazardım. İlgili kişiye gönderir veya göndermezdim ama yazardım. Şimdi oturuyor gene yazıyor olmamdan anlıyorum ki, ben içimdeki sesleri susturamadığım, bastıramadığım zamanlarda yazmak istiyorum; yoksa deliririm. Bir de anlaşılmak var tabii ki; işin en acıklı kısmı… Bu yüzden mektup diyorum ya… Karşımdaki kişi tarafından doğru anlaşılabilmem benim için çok ama çok önemli. Konuşurken sürekli doğru sözcükleri yan yana getirebilmek için uğraşır, doğru anlaşılmak için çabalarım; çoğu zaman da bunu başaramam. Kendimi kaybetmeden, doğru sözcüklerle güçlü bir konuşma yapabildiğim zamanlar çok azdır. Çünkü ben duygusal, aşırı hassas bir insan olduğum için sesim titrer, gözlerim dolar, burnum hapşırık öncesi gibi karıncalanmaya başlar. Doğru dürüst veda bile edemem ben, gideni istediğim gibi uğurlayamam. Ruhsuz bir yaratık gibi dikilirim ev kapılarında, otobüs kapılarında; öyle bakarım gidene… Öyle sessiz ayrılırım…  

Dedim ya aslında yazmak değildi niyetim; ama susturamadım içimdeki sesleri. Duymamak için uyudum saatlerce, bağıra bağıra şarkı söyledim, umurumda değilsiniz dercesine lay lay lom yaptım, kitap okudum; başka bir dünyaya, başka hayatlara geçtim, olmadı! Tonla işimin olduğu bugün her şeyi boş verdim, oturdum yazıyorum işte… Defne Joy hakkında o kadar çok şey yazıldı, söylendi, konuşuldu ki; inanın hiçbir konuya girmeden buraya sırf onun ismini yazıyor olmam bile, bende ona karşı bir saygısızlık ediyormuşum hissi uyandırıyor. Dediğim gibi niyetim de asla yazmak değildi ama içimdeki sesler artık kafamı sanki bir suyun içine bastırarak beni boğacak seviyeye geldi.  

Hayat gürültülü; her ses var hayatın içinde… Hayat kalabalık; her türlü koku var hayatın içinde… Hayat telaşlı; her türlü eylem var hayatın içinde… Hayat renkli; her türlü manzara var hayatın içinde… Hayat o, bu, şu… Derken hayat her şey ama ölüm? Ölüm sessizlik, kocaman bir sessizlik. Toprak rengi, kocaman bir boşluk.  

İnsanlar ölünce nereye giderler, başka bir hayatta yeniden can bulurlar mı, bizleri duyarlar mı, görürler mi bilemem ama eğer öyle bir şey varsa; Defne’yi bir kez daha öldüren o anlaşılamamış olma duygusudur. Kızcağız ölmediyse de artık ölmüştür. Herkes, her şeyi bırakmış; gecenin o saatinde neden evinde kocasıyla ve bebeğiyle birlikte değil de bekâr bir adamın evinde bulunduğuna takmış kafayı… En okumuşundan, en cahiline; en geri kafalısından, en aydınına; en küçüğünden, en büyüğüne herkes bunun derdinde… Bu kadın mutlu muydu, o anda ne hissediyordu, ruh hali nasıldı, tüm bunları ona yaptırtan neydi; bunları düşünen yok! Çok mutluydu; insan çok mutluyken aynı zamanda çok mutsuz da olabilir… Çok enerjik ve yaşam doluydu; insan illa kendini yüksek bir yerlerden atarak, bir şeyler içerek, keserek, doğrayarak öldürmez ki, belki o çoktan öldürmüştü kendini ve sırf sevdikleri bunu anlayıp üzülmesin diye aşırı hareketli bir yapı içine girmişti… Özgüveni yüksek, başı dimdikti; kuytusunda biraz dinlendirebileceği, biraz yatırabileceği bir omuz olmadığı için dimdik duruyordu belki de… Bilmediğimiz kim bilir ne dertlerini artık tek başına taşımaktan yorulmuş, ağlamak için çaresizce o omuzu arıyordu belki de (o gece)…  

Bazen en yakınımızdaki, bizi tanıdığından yüzde yüz emin olduğumuz eşimiz, annemiz, babamız, kardeşimiz, çocuğumuz anlamaz ya halimizden, güler geçerler, ciddiye almazlar… Aslında biz anlaşılamadığımız bir deryanın içinde çırpınmaktayızdır; bir el, bir kol ararız bizi tutup çıkarsın, halimizden anlasın.  Biz, sevdiğimiz ve sevildiğimizden emin olduğumuz en yakınımızdaki insanlardan medet umarken, tesadüf bir yabancı gelir ve bazen hiç konuşmamıza bile gerek kalmadan hop yukarı çekip alır bizi… Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki; hele bu toplum küçük bir yerde, küçük bir toplumsa canınız sıkkın olduğunda, ruhunuz daraldığında, eşinizle bir anlaşmazlığa düşüp tartıştığınızda ki bu son olay daha vahim; çünkü nedense herkes eşiyle tartışır, hatta kavga eder de bunu başkaları yaşayıp dile getirince sanki kendisi hiç yaşamıyormuşçasına ayıplar, kınar, vs. Bunların yaşanması çiftlerin birbirlerini sevmiyor olduğu anlamına gelmez; aksine insan sevdiği, değer verdiği insan tarafından anlaşılmak ister ve bu sebeple de tartışır, kendini ifade etmek ister. Sevmediğim, değersiz bir insan için neden kendimi yıpratayım? Fakat işler bazen öyle bir noktaya gelir ki, sadece susmak gerekir ve bunun için de yalnız kalmak, ortam değiştirmek istersiniz; sakin kalıp düşünmek, hatalarınızla yüzleşmek, doğruyu bulabilmek… Hadi hepsinden geçtim; bunların hiçbiri olmadı da insan hiç mi yanında eşi, çocukları olmadan tek başına kalıp kafa dinlemek istemez? Gidip bir yerde oturamazsınız; “yanında kocası/karısı yokken ne işi var bunun burada tek başına?”, “aranıyor mu?”, “var bir iş bunlarda, boşanacaklar galiba”, “neden yalnız geziyor?”, “yollu bu” türünden kirli düşüncelerin, kirli sözcüklerin kahramanı yaparlar sizi… Koskoca anakentlerde durum hala böyleyken, küçücük bir yerde nasıl, nereye kaçarsınız?  

Neyse, Defne’nin durumuna dönersek; belki öyle, belki değil ama ben böyle düşünmek istiyorum. Tersini düşünmek, kirli kelimelerle, kirli bir şekilde konuşmak çok kolay; bu kadar kötü, art niyetli, ruhları kirlenmiş insanlar arasında hala temiz, biraz daha temiz kalabilmeyi başarmış bir insan olarak ben böyle temiz konuşmak ve temiz düşünmek istiyorum. Her şeyden önce ölüme ve ölüye olan saygımdan…

5 yorum:

DenizG dedi ki...

Turkiye'de yasamiyorum ve Defne'yi tanimiyordum bir kac gun oncesine kadar... Facebook'ta yayinlanan link ve yazilardan tanidim onu. Defne'nin bekar bir erkegin evinde, cocugu ve kocasi olmadan bulunuyor olmasini sorgulayan bir toplumda yasiyor olmak ne kadar aci. Size ne arkadas?.. Ne yaparsa yapsin... Size gore yanlissa, siz aynisini yapmayin, ama yapan biri varsa da bu sizi hic alakadar etmez, yargilamayin. Kimsenin bir diger kisinin hayatini veya yasam bicimini, ona verilen bir kac kucuk bilgi kirintisiyla, carpitilmis haberlerle, varsayimlarla, yargilamaya, suclamaya, kucuk gormeye hakki yoktur. Sizin kriteriniz kendiniz icindir, baskalarinin hayatinin kritigini yapmak icin degil... Turkiye'de yasayan insanlarin, ve bunlar arasinda "aydin" gecinenlerin bile bu anlayistan yoksun olup bireysel haklara saygisizlik etmeleri ve "ahlakcilik" bataginin icerisinde debeleniyor olmalari cok aci. Akli basinda gercekten cagdas, bireysel ozgurlukleri savunan ve kadin erkek esitligine inanan bir avuc insana kolayliklar ve sabir diliyorum...

Sibelbek dedi ki...

yazılanları okudukça içim kan ağladı... onlar adına ben utandım...

denizanasi dedi ki...

sana sonuna kadar katılıyotum. bazen işyerınde internetten gazete okuyorum ve alttaki yorumlara takılıyor gözüm. aman allahım. nasıl psikolojisi bir milletmişiz meğer. nasıl tuhaf ötesi yorumlar var yazıların altında..bu konuda olduğu gibi. üzücü.. çok üzücü..

fayido dedi ki...

katılıyorum

Cem Akkılıç dedi ki...

teşekkürler... yeni yazılarını bekliyorum.