29 Nisan 2014 Salı

Kalan Sağlar Bizim Olsun

Türkiye'de gün geçtikçe artan çocuk ölümleri yüzünden artık geceleri rahat uyuyamıyorum. İçim acıyor çünkü... İçimin acısı, uykumdan daha ağır bastırıyor. Bu öylesine bir acı ki, artık her gün, düne kadar varlığından bile haberdar olmadığım bu çocukları düşündürtüyor bana... Berkin'ler, Pamir'ler, Gizem'ler, Aykut'lar geliyor gözümün önüne... Kimisi polis yüzünden, kimisi ihmallerden, kimisi de adi sapıklar yüzünden hayatını kaybeden masum çocuklar. Pamuklara sarıp sarmaladığımız, gözlerinden akan bir damla yaşa dayanamadığımız, hasta olduklarında sabaha kadar ateşini kontrol edip başucundan ayrılamadığımız çocuklarımız... Nasıl acı çektiklerini, nasıl çaresizce bağırdıklarını, yalvardıklarını hayal ediyorum ağlayarak... Tek suçları bu devirde yaşıyor olmaları... Tek suçları bütün masumiyetleriyle inanmak... 

Bir anne olarak her geçen gün paranoyaklaştığımı hissediyorum. Her yer tehlike, her şey tehlike, herkes tehlike! Sürekli uyarı yaptığımı fark ediyorum; akşam yemeği için her sofraya oturduğumuzda, okula giderlerken, sokağa çıkarlarken, sabah kahvaltıda, gece yatmadan önce, haberlerden sonra...

Her akşam yeni bir felaket haberi. Medyaya da kızıyorum. Artık sadece ana haber bültenlerine değil, gün içinde, her saate sığabilecek kadar çok vahşice işlenmiş cinayet haberlerini reyting uğruna en ince detayına kadar, süsleye püsleye “bir daha, bir daha, olmadı bir daha” veriyorlar. "Bir daha, bir daha, bir daha" yanıyor ciğerim... Dayanamıyorum, kanal değiştiriyorum. Hepsi aynı... "Biz daha iyi yürek yakarız", "biz daha güzel ciğer dağlarız", "zihninizde ve duygularınızda en iyi sarsıntıyı biz yaratırız" dercesine birbirleriyle yarış halindeler... 

Bazı ölümlerin altından aileden kişilerin çıkması iyice paranoyaklaştırıyor beni. "Kime, nasıl güveneceğiz artık?" diyorum. 23 Nisan yazımda da dediğim gibi; eskiden biz, okuldan evimize dönüp annemizi bulamadığımızda elimizi tutarak bizi kendi evine götüren Ayşe teyzeye güvenirdik. Şimdi çocuklarımızı kimseye, hiç kimseye güvenmemeleri ve ne olursa olsun bizi beklemeleri konusunda uyarıyoruz. Hatta daha da ileri gidip, "birisi senden yardım istediğinde önce bizden izin almalısın" diyerek çocuklarımızı dünyanın en güzel şeyi, "yardımlaşmak"tan bile soğutuyoruz. Hayat soğuyor farkında mısınız? Dünya bu kadar mı yaşanamayacak bir hal aldı? Bu kadar mı buz kesti ilişkiler? Etrafımdaki, çocuklarımın yakınındaki herkesi şöyle bir tartar oldum önce...

Organ mafyası, çocuk sahibi olamayıp gözünü başka insanların çocuklarına dikenler, dilencilikten pornoya kadar çocukların sırtından para kazanmayı kafasına koymuş vicdansızlar, bir anlık zevk için bir ömür karartan sapıklar… Veya sadece öldürme zevkini tatmin etmek için çocuk kaçıran şizofrenler… 
Böyle bir güvensizlik içinde nasıl huzur bulunur? En büyük huzur çocuklarımız değil mi? Bir anne olarak her geçen gün kaygılarım artıyor. Sanki binlerce iğne batıyor yüreğime... 

Bilgisayarları ceplerimize sokmakla övünüyoruz, televizyonları incecik yapmakla, tek tuşlu hizmetlerle, uzaktan bütün verileri yönetmekle, duble yollarla, tüp geçitlerle...
Teknoloji ilerliyor, hayat kolaylaşıyor;  en az 3 çocuk ya hani, gelecek nesiller gürül gürül geliyor, aynı oranda insanlık azalıyor, umutlar tükeniyor, kaygılar artıyor, huzur yok oluyor... 

Ne demişti Pamir'in babası: "Sen 3 çocuk diyorsun başbakanım, biz bir tanesine sahip çıkamadık!" 
Bu ülkede 3 çocuk yapılmalı gerçekten. Kalan sağlar bizim olsun!!

Hiç yorum yok: